Ares’in sakin adımlarıyla titredi
Asırlardır şöyle tadında bir tragedya izlememiş
Tiyatronun yorgun, aşınmış taşları.
Herkül’ün sureti gibi yanı başında dikilen yoldaşı ‘’İlyas’’,
Kartalları kıskandıracak keskinlikte gözlerini,
Yorgun taşların üzerinde şöyle bir gezdirdiğinde
Tanımadı Ares’in biricik aşkı Afrodit’i.
O sebepten anlamadı efendisinin neden taş kestiğini.
Güzelliği dillere destan Afrodit.
Hera’yı kıskandıran, Athena’yı çileden çıkaran
Yaratıldığı günden bu yana güzelliğiyle cezalandırılmış
Bahtsız(!) tanrıça Afrodit.
Tanrıların en çirkini Hephaistos’un karısı…
O da sevmişti Ares’i en az Ares’in o nu sevdiği kadar.
Ancak birlikte yazılmamıştı kaderleri
Ve insanlar gibi kaderlerini kendileri yazamazdı tanrılar
Buydu ölümsüzlüğün asıl diyeti.
Anlamakta gecikmedi Ares
Afrodit’in bu ıssız yere kendisiyle aynı sebepten geldiğini
Ne lanetli bir sebepti iki aşığı asırlar sonra
Bu yerde buluşturan. Ne mutlu bir sebepti.
Afrodit, basamakları ağır ağır inerken
Gözlerini bir an ayırmadı Ares’in aşk dolu gözlerinden
Bütün kâinat sessizleşti bu muhteşem anın karşısında
İşte bakın, bütün evren adeta saygı duruşunda.
Tam da ‘’ bitti artık binlerce yıllık hasret’’ diye düşünürken Ares,
Alaycı bir ses yankılandı antik tiyatronun akustiğinde
‘’Ne kadar da dokunaklı bir piyes…’’
Sesin geldiği yöne baktılar hepsi birden.
Orta bölümün ortasındaki dehliz girişinden,
Beliriverdi yer altının efendisi Hades.
Ve arkasında, zehirli güzelliğiyle sadık karısı Persephone
Karanlık tanrıçanın yüzünde her zamanki ciddiyet,
Hades’in yüzündeyse alaycı bir gülümseme.
Ares’in sadık yoldaşı İlyas, tanımadı tabii ki yeraltının efendisini.
Ancak, ölümün kokusu o kadar yoğundu ki
Silahına davranmaktan alamadı kendini.
Ve efendisinin bir hareketiyle çakılıp kaldı olduğu yere.
Ah bir bilseydi ölümün efendisini, ölümle tehdit ettiğini…
Kendi bile gülerdi şu haline.
‘’Sözü fazla uzatmak değil niyetim’’ dedi Hades,
‘’Sizi buraya çağıran benim. Belki lanetli ve acıklı kaderinize…
Kaderimize karşı çıkmak için bir fırsat doğdu ufukta.
Bunu bilin istedim.
Sizi hiçbir şey için zorlayamam,
Ama bilin ki size gülenlerden intikam almak artık bir hayal değil.’’
‘’ Hangi cesaret…’’ diye haykırdı Ares dişlerini sıkarak,
‘’ Hangi lanetli kibir çıkardı seni, asırlardır saklandığın solucanların yurdundan?’’
Önce kaşları çatıldı Hades’in, sonra bir an acıyarak baktı,
Soylu tanrı kanı, damarlarında ateş olup akan savaş tanrısına.
İşte bu öfkeydi Hades’in planını başarıya taşıyacak olan.
‘’Saklanan ben olmadım hiçbir zaman,
Sizdiniz soylu kanınızı unutup
Bu zavallı mahlûkların arasında saklanan’’
Afrodit’in sesi duyuldu bu iki öfkeli tanrıya inat gibi bir sükûnetle
‘’Sanki başka şansımız varmış ve biz kullanmamışız gibi…
Elimizde olmayan şeyler yüzünden bizleri yargılamak neden?
Sadece biz miyiz yüce babamızın buyruğuna uymak zorunda olan?
Ya diğerleri… Onlar neredeler? Onlar neden işitmiyorlar bu hakaretleri?’’
Dedi ve sustu Afrodit. Bir daha hiç konuşmayacakmış gibi,
Arkasını döndü. İki adım attı.’’ Kışkırtmak için bizi mi seçtin?
Şehvetten sabıkalı iki zavallı tanrı müsvettesi.’’
Gül goncası dudaklarından son dökülen kelimeleri
Sadece kendisi duyabildi güzel tanrıça.
Bu kez Persephone’nin yüzüne bir gülümseme oturdu
Belli belirsiz, intikam kokan bir gülümseme.
Olanlardan hiçbir şey anlamayan İlyas, zavallı İlyas
Sınırsız sadakatle bağlı olduğu Ares in gözlerine bakarak
Dişlerinin arasından tısladı
‘’ Abi durum nedir çözemedim ama yol ver sıkayım iki tane şu ite’’
Ares ayırmadı gözlerini Hades’den ve cevap verdi yoldaşına
‘’Sıkıntı yok İlyas, rahat ol. Kurşun işlemez bu ite.
Ben anlarım onun dilinden’’
İlk günden beri böyle olmuştu hep
Kocaman mutlu bir aile olmak varken
Hepsi nefret etmişti birbirlerinden
Kimi zaman aleni
Kimi zaman gizliden
Kimin egosu daha büyük kavgası
Bir yılan hikâyesi, bir kör düğüm
Daha kendileri anlayamadan varlık nedenlerini
Bir varlık mücadelesi ölümüne, gizli saklı, derinden.
Persephone çevirdi ateş saçan gözlerini Ares’e
Yüzünde donup kalan gülümseme
Silindi yavaşça ve dönüştü amansız bir nefrete
‘’ Bir fırsat veriliyor size…’’ diye başladı söze
‘’Uzun zaman önce katlanmak zorunda kaldığınız aşağılanmanın intikamını
Sizi aşağılayanlardan alın diye
Daha beklemeden sözün sonunu karşı koymak neden?’’
Afrodit aniden döndürdü başını konuşanlara doğru
‘’ Şimdiye kadar neredeydi aklınız
Birden bire bu düşünceli haller, bize acımanız niye?
Kıskıvrak takıldığımız ağın içinde atıldığımızda Olimpos ahalisinin önüne
Sizler de oradaydınız, gülüyordunuz sizde biz iki zavallı aşığın haline.’’
‘’ Hiçbir zaman onaylamadım size verilen bu onur kırıcı cezayı…’’
Diye yumuşatmaya çalıştı Hades ortamı.
‘’ Bildiğimiz ya da bilmediğimiz binlerce gönül macerasından sabıkalı
Tanrıların en yücesi (!) Zeus’un size reva gördüğü en acısıydı şüphesiz.
Ama anlayın, karşı koyamazdık hiç birimiz.
Şimdiyse durum değişti. Artık bir şansımız var.
Bir çare bulundu, eski onurlu günlerimize dönmemiz için.
Yaşamak zorunda bırakıldığımız deliklerden başımızı çıkarma vakti geldi.’’
O lanetli günü hatırlamış
Başını aynı utançla önüne eğmişti Ares.
Hissettiği acı o kadar tazeydi ki
Sanki üzerinden binlerce yıl geçmemiş,
Daha dün yaşanmıştı her şey.
Hephaistos, Afrodit’in kocası,
Olimpos un bütün sütunlarını yapan
Bütün saraylarının tek mimarı
Zeus’un yıldırımlarını bile Olimpos çeliğinden döven
Tanrıların en ustası.
Konuşturmuştu yine ustalığını
Kıskıvrak yakalayıvermişti
Yaptığı sihirli ağla karısını ve aşığını.
Hemen çıkartıp Olimpos’un zirvesine
Atı vermişti tekmil tanrıların önüne iki zavallıyı
‘’Görün işte …’ demişti
‘’ Görün çocuklarınızı. Biri kıçımın savaş tanrısı
Öteki, aşkın ve güzelliğin tanrıçası.
Biri savaşmaktan aciz,
Ötekinin güzelliği sadece içinin karanlığını gizleyen
Yalan bir perde.’’
Binlerce yıllık taptaze bir anının utancıyla ürperdi Ares
Binlerce yıllık taptaze bir anının utancıyla başını öne eğdi Afrodit.
İstediği etkiyi yaratmıştı Hades
Birbirlerine baktılar Persephone ile
İkisi de zafere doğru giden yola çıkıldığını düşünerek
Gülümsediler birbirlerine.
‘’Sadece bana güvenin …’’ dedi Hades
‘’ Sadece güvenin ve bekleyin.’’
Sabırsızca kaldırdı başını Afrodit
‘’Asırlardır bekliyoruz zaten. Neyi beklediğimizi bilmeden
Sonsuz bir hayatın günlerini sayıyoruz anlamsızca.
Yaptığımız şey farklı değil söylediğinden.
Sana güvenmekse çok zor bir iş
Yeraltının hâkimi, bin bir düzen kurup insanları ölüme götüren,
Tanrı soyunu oyuna getiren Hades. Sana güvenmek çok zor bir iş.’’
‘’ Kadın haklı…’’ dedi, gözlerini Afrodit’e değdirmeden Ares.
‘’ Sana güvenmek için pek bir sebebimiz yok.’’
Bu gereğinden fazla uzayan konuşma canını sıkmıştı Hades’in,
Ancak razı etmeliydi bu iki inatçıyı. Yoluna devam etmeliydi intikama doğru
‘’Bence hiçte öyle değil…’’ dedi sakince.
‘’Güvenmelisiniz bana. Hem de ölesiye bir sadakatle güvenmeli ve inanmalısınız,
Zeus’un terk edilmiş lanetli çocukları. Hem özgürlüğünüzün,
Hem de mutluluğunuzun anahtarı ellerimde.’’
Özgürlük ve mutluluk…
Sonsuzluğa mahkûm edilmiş, unutulmuş tanrılar için daha cazip ne olabilir?
Ya da sonsuzluğun hayalini kuran faniler için.
Beklide tek ortak noktasıdır insanlar ve tanrıların,
Kendileri olmasa umudu bile bu iki sözcüğün.
‘’ Ne kaybedersiniz ki…’’ dedi Hades, yanına iyice sokulup
Koluna giren biricik karısı Peshephone’nin gülümseyen gözlerine bakarak
‘’Daha kötü ne olabilir? Üstelik bu sefer farklı.
Bu plan özel bir plan, öznesinde insan saklı.
Kral tanrı Zeus’un tek zaafı
Önce yaratıp sonra yok etmeye kıyamadığı
Onların mutluluğu için kendi kardeşlerini, kendi çocuklarını
Mutsuzluğa mahkûm ettiği insan…
Hadi, silkinin, binlerce yıllık ataletinizden kurtulun artık
Ve desteğinizi esirgemeyin benden
Alalım tekrar avuçlarımıza
Aslında bizim hakkımız olan bu koca evrenin hâkimiyetini.
Dönelim eski güzel günlere ve alalım intikamımızı
Ruhlarımızın hapsedildiği bu sonsuzluk zindanından.
Acele etmeyin karar vermekte.
Biliyorum bu bezginlikten sıyrılmak zor.
Acele etmeyin dostlarım
Önümüzde koca bir sonsuzluk var.’’
Persephone başıyla onayladı eşinin söylediklerini
Hoşnut kaldığı bu kısa nutuktan
Her halinden belliydi
Kendince son vuruşu yapmalıydı artık
İtinayla seçti dudaklarından dökülecek sözleri
‘’Onları biraz baş başa bırakalım değimli aşkım?
Binlerce yıllık hasret dile kolay
Konuşacakları çok şey olmalı
Hem de kavuşmalarına ramak kalmışken
Belki tazelenmesi gereken umutlar vardır
Beklide vakit kaybetmeden buluşmalı
Sabırsızca titreyen tanrısal dudakları.’’
‘’Beni nasıl bulacağınızı biliyorsunuz.’’ Dedi Hades
Sonra döndü yüzünü dehliz girişinin karanlığına
Persephone, her zaman yaptığı gibi eşlik etti eşine
Sükûnet ve inançla. İntikama doğru yolculuğunda
İki adım atmışlardı ki aklına bir şey gelmiş gibi aniden
Döndü yer altının tanrısı. Ve konuştu tekrar
‘’ Unutmayın sakın, artık bir umudumuz var.
Ve bir planımız. Kararınızı verin
Ya böyle devam edersiniz günden güne eriyerek sonsuz yolculuğunuza
Ya da dönersiniz eski ihtişamınıza.
Güvenin bana… Güvenin dostlarım.’’
Ve kayboldular geldikleri gibi ansızın
Arkalarında biraz kızgınlık
Biraz umut
Belki biraz da yoldan çıkmışlık bırakarak.
-----*-----
18 Eylül 2010 Cumartesi
Altın sandaletlerini bağladı Zeus.
Altılıyı yatırmak lazımdı vakti geçmeden.
‘’Poseidon’dan tek istemek lazım’
Diye düşündü,
Ama vermezdi ki ihtiyar keçi
Sevmezdi atların yarıştırılmasını atları yarattığı günden beri.
Çözdü ayağından altın sandalları,
İnsan içinde altın sandal giyilmezdi.
Çakma Homeros
Bodrum 35 numaralı ganyan bayiinin üst katında, o gün koşulacak Adana koşusuna bağlanan umutlar açık pencerelerden dışarıya taşıyordu. Oturduğu sandalyenin çivileri kıçına batarcasına rahatsız hareketlerle, elini kolunu neresine koyacağını bilemeyen Naim’se, karşısında oturan yaşlı adamın ağzından çıkacak sözlere bağlamıştı tüm umudunu ve parasını. Yanlış anlaşılmasın, Naim at yarışından hazzetmezdi. Karşısında oturan baba tanrı Zeus ya da herkesin onu tanıdığı ismiyle ‘’ baba Zeki’’ ise tanrılık işlerini bıraktığı günden beri hastasıydı at yarışının. At yarışı olayının bu tahmin edilemez, edilse de bir işe yaramaz durumu hep çok ilgisini çekmişti. En sevdiği özlü sözlerden biri ‘’ At koşar, baht kazanır’’ olan Baba tanrı, tam kırk beş dakikadır Naim’i dinlemekten şişmiş bir vaziyette lafa giriş yaptı.
‘’ Peki, benden ne istiyosun yavrum? Anladık çok isteklisin. Paranı da biriktirdin. Ben ne yapa bilirim?’’
Naim, bir heyecan anlatmaya başladı.
‘’ Ya Zeki baba, iş sende biter. Bilmiyor muyuz seni. İki lafına bakar. ’Bizim oğlana’ diyecen, ‘halk plajını’ diyecen, Torbadakini, ‘veriverin’ diyecen.’’
Zeus, Naim’in bu işi kıvıramayacağını biliyordu. Zaten kıvırmasına da gerek yoktu aslında. İnsanoğlunun bu durumu baba tanrı için yeni bir şey değildi. Binlerce yıldır her şeyi isterdi bu insanlar. Ulaşabilecekleri, ulaşamayacakları her şey için dua eder, kurbanlar adar, tutturan çocuklar gibi yalvarırlardı. Naim ve Naim gibilere akıl dağıtma konusunda biraz eksik davranılmış olabilir miydi acaba.
‘’ tamam Naim.’’
Dedi baba Zeki. İçindeki mani olunamaz şefkat duygusuyla.
‘’ Tamam, çözeriz.’’
Sanki dünyaları bağışlamıştı karşısında oturan zavallı faniye. Sevinci, gözlerinden dışarıya fışkırıyordu Naim’in. Bu sahneye bakıp hangi tanrı mutlu olmazdı ki? ‘ Ah bir bilse’ diye düşündü Zeus. ‘ aslında nasıl büyük bir hata yapmak üzere olduğunu bir bilse’. Girdiği ticaretin bütün ailesinin mahvına sebep olacağını, atadan dededen kalma evinin bile elinden gideceğini. Sonra karısının çocukları da alıp onu terk edeceğini bilemezdi Naim. İşte tam da bu yüzden at yarışı gibiydi hayat. Bilinmezlik güzel ve heyecanlı kılıyordu at yarışını da, hayatı da.
Naim, ganyan bayiinin kapısından yıldırım gibi çıkarken, içeri girmek üzere olan Hermes’e öyle bir omuz attı ki binlerce yıldır yaptığı onca yolculukta başına bir ton iş gelen haberci tanrı neredeyse yere kapaklanıyordu. Hermes kan ter içinde Zeus’un karşısındaki Naim’den boşalan sandalyeye bırakıverdi kendini.
‘’ Baba vermişin ayarı yine garibana…’’
Diye gülümsedi Hermes, Naim’in çıktığı kapıya doğru bakarak. Önündeki altılı bülteninden başını kaldırmadan konuştu Zeus.
‘’ Benim bir şey vermeme gerek yok. Onlar gaza gelmeye hazır zaten. Sen onu boş ver, ne dedi?’’
‘’ Ne diyecek… Aynı. Bir ton küfür etti sana.’’
‘’ İyi o zaman. Demek ki keyfi yerinde. Ağzından bi kere alamadık ki işe yarar bir tüyo.’’
Dedi gülümseyerek Zeus. Hermes, biraz endişeli bir tonda,
‘’ Aslında…’’
Zeus, Hermes’in sesindeki endişeyi fark edince kafasını bültenden kaldırıp gözlerinin içine baktı Hermes’in.
‘’ Aslında ne?’’
Üzerine vazife olmayan işlere pek karışmazdı Hermes. Ama bu sefer canı sıkılmıştı duruma. Poseidon’un geçimsiz ve huysuz bir adam olduğunu herkesten iyi Hermes bilirdi. Denizlerin efendisi, yeri sallayan Poseidon’un üzgün olması ise alışılmadık bir durumdu.
‘’ Biraz üzgündü sanki…’’
Dedi çekinerek haberci. Zeus’un sol kaşı hafifçe yukarı kalktı.
‘’ Bizim koca reis?’’
Dedi. Diğerlerinin sezgileri üç kardeşinki kadar güçlü değildi. Üç büyüklerin arasında sanki görünmeyen bir bağ vardı. Üçkardeş Zeus, Poseidon, Hades. İyi ya da kötü olacakları diğerlerinden önce hissedip tahmin edebiliyorlardı. Son günlerde kendisinde ki huzursuzluğu ve sıkıntıyı, havaların aşırı sıcak gitmesine bağlamıştı Zeus. Poseidon da ki bu beklenmedik durumsa bütün olası senaryoları tekrar gözden geçirmesini gerektiriyordu. ‘ Dur bakalım çıkar kokusu’ diye geçirdi içinden.
Zeus’un kalkan kaşı, Hermes’e çok şey anlatıyordu. En azından endişesinin boş olmadığını anlamış olan haberci, konunun üzerine gitmenin ortamı daha fazla gereceğini bildiğinden konuyu değiştirme girişiminde bulundu.
‘’ Sen bir tek çıkardın mı bari?’’
Baba tanrının kafası mevzu ya fena takılmıştı, Hermes’i duymadı bile. Aklına gelen şeylerin başına gelmesinden korkuyordu Zeus. Tıpkı insanlar gibi onunda korkuları vardı. Ortamdaki hissedilir enerji dengesizliğinin tek sebebi, üç büyüklerden birinin zihnindeki negatif planlar olabilirdi ki bunu yapabilecek tanrılar listesi tek tanrıyla sınırlıydı. Olimpos tayfası toplam on iki, Zeus’u düş kaldı on bir, on tanesi zaten gözünün önündeydi.
Zeus’un dalgın dalgın az sonra yarışı yayınlayacak olan televizyona baktığını ve onu duymadığını gören Hermes,
‘’ Tek diyorum. Çıkardın mı?’’
Diye tekrar edince, Hermes’i fark etti kalkanlı tanrı Zeus.
‘’Aslında var bir tekim…’’
-----*-----
Altılıyı yatırmak lazımdı vakti geçmeden.
‘’Poseidon’dan tek istemek lazım’
Diye düşündü,
Ama vermezdi ki ihtiyar keçi
Sevmezdi atların yarıştırılmasını atları yarattığı günden beri.
Çözdü ayağından altın sandalları,
İnsan içinde altın sandal giyilmezdi.
Çakma Homeros
Bodrum 35 numaralı ganyan bayiinin üst katında, o gün koşulacak Adana koşusuna bağlanan umutlar açık pencerelerden dışarıya taşıyordu. Oturduğu sandalyenin çivileri kıçına batarcasına rahatsız hareketlerle, elini kolunu neresine koyacağını bilemeyen Naim’se, karşısında oturan yaşlı adamın ağzından çıkacak sözlere bağlamıştı tüm umudunu ve parasını. Yanlış anlaşılmasın, Naim at yarışından hazzetmezdi. Karşısında oturan baba tanrı Zeus ya da herkesin onu tanıdığı ismiyle ‘’ baba Zeki’’ ise tanrılık işlerini bıraktığı günden beri hastasıydı at yarışının. At yarışı olayının bu tahmin edilemez, edilse de bir işe yaramaz durumu hep çok ilgisini çekmişti. En sevdiği özlü sözlerden biri ‘’ At koşar, baht kazanır’’ olan Baba tanrı, tam kırk beş dakikadır Naim’i dinlemekten şişmiş bir vaziyette lafa giriş yaptı.
‘’ Peki, benden ne istiyosun yavrum? Anladık çok isteklisin. Paranı da biriktirdin. Ben ne yapa bilirim?’’
Naim, bir heyecan anlatmaya başladı.
‘’ Ya Zeki baba, iş sende biter. Bilmiyor muyuz seni. İki lafına bakar. ’Bizim oğlana’ diyecen, ‘halk plajını’ diyecen, Torbadakini, ‘veriverin’ diyecen.’’
Zeus, Naim’in bu işi kıvıramayacağını biliyordu. Zaten kıvırmasına da gerek yoktu aslında. İnsanoğlunun bu durumu baba tanrı için yeni bir şey değildi. Binlerce yıldır her şeyi isterdi bu insanlar. Ulaşabilecekleri, ulaşamayacakları her şey için dua eder, kurbanlar adar, tutturan çocuklar gibi yalvarırlardı. Naim ve Naim gibilere akıl dağıtma konusunda biraz eksik davranılmış olabilir miydi acaba.
‘’ tamam Naim.’’
Dedi baba Zeki. İçindeki mani olunamaz şefkat duygusuyla.
‘’ Tamam, çözeriz.’’
Sanki dünyaları bağışlamıştı karşısında oturan zavallı faniye. Sevinci, gözlerinden dışarıya fışkırıyordu Naim’in. Bu sahneye bakıp hangi tanrı mutlu olmazdı ki? ‘ Ah bir bilse’ diye düşündü Zeus. ‘ aslında nasıl büyük bir hata yapmak üzere olduğunu bir bilse’. Girdiği ticaretin bütün ailesinin mahvına sebep olacağını, atadan dededen kalma evinin bile elinden gideceğini. Sonra karısının çocukları da alıp onu terk edeceğini bilemezdi Naim. İşte tam da bu yüzden at yarışı gibiydi hayat. Bilinmezlik güzel ve heyecanlı kılıyordu at yarışını da, hayatı da.
Naim, ganyan bayiinin kapısından yıldırım gibi çıkarken, içeri girmek üzere olan Hermes’e öyle bir omuz attı ki binlerce yıldır yaptığı onca yolculukta başına bir ton iş gelen haberci tanrı neredeyse yere kapaklanıyordu. Hermes kan ter içinde Zeus’un karşısındaki Naim’den boşalan sandalyeye bırakıverdi kendini.
‘’ Baba vermişin ayarı yine garibana…’’
Diye gülümsedi Hermes, Naim’in çıktığı kapıya doğru bakarak. Önündeki altılı bülteninden başını kaldırmadan konuştu Zeus.
‘’ Benim bir şey vermeme gerek yok. Onlar gaza gelmeye hazır zaten. Sen onu boş ver, ne dedi?’’
‘’ Ne diyecek… Aynı. Bir ton küfür etti sana.’’
‘’ İyi o zaman. Demek ki keyfi yerinde. Ağzından bi kere alamadık ki işe yarar bir tüyo.’’
Dedi gülümseyerek Zeus. Hermes, biraz endişeli bir tonda,
‘’ Aslında…’’
Zeus, Hermes’in sesindeki endişeyi fark edince kafasını bültenden kaldırıp gözlerinin içine baktı Hermes’in.
‘’ Aslında ne?’’
Üzerine vazife olmayan işlere pek karışmazdı Hermes. Ama bu sefer canı sıkılmıştı duruma. Poseidon’un geçimsiz ve huysuz bir adam olduğunu herkesten iyi Hermes bilirdi. Denizlerin efendisi, yeri sallayan Poseidon’un üzgün olması ise alışılmadık bir durumdu.
‘’ Biraz üzgündü sanki…’’
Dedi çekinerek haberci. Zeus’un sol kaşı hafifçe yukarı kalktı.
‘’ Bizim koca reis?’’
Dedi. Diğerlerinin sezgileri üç kardeşinki kadar güçlü değildi. Üç büyüklerin arasında sanki görünmeyen bir bağ vardı. Üçkardeş Zeus, Poseidon, Hades. İyi ya da kötü olacakları diğerlerinden önce hissedip tahmin edebiliyorlardı. Son günlerde kendisinde ki huzursuzluğu ve sıkıntıyı, havaların aşırı sıcak gitmesine bağlamıştı Zeus. Poseidon da ki bu beklenmedik durumsa bütün olası senaryoları tekrar gözden geçirmesini gerektiriyordu. ‘ Dur bakalım çıkar kokusu’ diye geçirdi içinden.
Zeus’un kalkan kaşı, Hermes’e çok şey anlatıyordu. En azından endişesinin boş olmadığını anlamış olan haberci, konunun üzerine gitmenin ortamı daha fazla gereceğini bildiğinden konuyu değiştirme girişiminde bulundu.
‘’ Sen bir tek çıkardın mı bari?’’
Baba tanrının kafası mevzu ya fena takılmıştı, Hermes’i duymadı bile. Aklına gelen şeylerin başına gelmesinden korkuyordu Zeus. Tıpkı insanlar gibi onunda korkuları vardı. Ortamdaki hissedilir enerji dengesizliğinin tek sebebi, üç büyüklerden birinin zihnindeki negatif planlar olabilirdi ki bunu yapabilecek tanrılar listesi tek tanrıyla sınırlıydı. Olimpos tayfası toplam on iki, Zeus’u düş kaldı on bir, on tanesi zaten gözünün önündeydi.
Zeus’un dalgın dalgın az sonra yarışı yayınlayacak olan televizyona baktığını ve onu duymadığını gören Hermes,
‘’ Tek diyorum. Çıkardın mı?’’
Diye tekrar edince, Hermes’i fark etti kalkanlı tanrı Zeus.
‘’Aslında var bir tekim…’’
-----*-----
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)