18 Eylül 2010 Cumartesi

Altın sandaletlerini bağladı Zeus.


Altılıyı yatırmak lazımdı vakti geçmeden.

‘’Poseidon’dan tek istemek lazım’

Diye düşündü,

Ama vermezdi ki ihtiyar keçi

Sevmezdi atların yarıştırılmasını atları yarattığı günden beri.

Çözdü ayağından altın sandalları,

İnsan içinde altın sandal giyilmezdi.



Çakma Homeros



Bodrum 35 numaralı ganyan bayiinin üst katında, o gün koşulacak Adana koşusuna bağlanan umutlar açık pencerelerden dışarıya taşıyordu. Oturduğu sandalyenin çivileri kıçına batarcasına rahatsız hareketlerle, elini kolunu neresine koyacağını bilemeyen Naim’se, karşısında oturan yaşlı adamın ağzından çıkacak sözlere bağlamıştı tüm umudunu ve parasını. Yanlış anlaşılmasın, Naim at yarışından hazzetmezdi. Karşısında oturan baba tanrı Zeus ya da herkesin onu tanıdığı ismiyle ‘’ baba Zeki’’ ise tanrılık işlerini bıraktığı günden beri hastasıydı at yarışının. At yarışı olayının bu tahmin edilemez, edilse de bir işe yaramaz durumu hep çok ilgisini çekmişti. En sevdiği özlü sözlerden biri ‘’ At koşar, baht kazanır’’ olan Baba tanrı, tam kırk beş dakikadır Naim’i dinlemekten şişmiş bir vaziyette lafa giriş yaptı.

‘’ Peki, benden ne istiyosun yavrum? Anladık çok isteklisin. Paranı da biriktirdin. Ben ne yapa bilirim?’’

Naim, bir heyecan anlatmaya başladı.

‘’ Ya Zeki baba, iş sende biter. Bilmiyor muyuz seni. İki lafına bakar. ’Bizim oğlana’ diyecen, ‘halk plajını’ diyecen, Torbadakini, ‘veriverin’ diyecen.’’

Zeus, Naim’in bu işi kıvıramayacağını biliyordu. Zaten kıvırmasına da gerek yoktu aslında. İnsanoğlunun bu durumu baba tanrı için yeni bir şey değildi. Binlerce yıldır her şeyi isterdi bu insanlar. Ulaşabilecekleri, ulaşamayacakları her şey için dua eder, kurbanlar adar, tutturan çocuklar gibi yalvarırlardı. Naim ve Naim gibilere akıl dağıtma konusunda biraz eksik davranılmış olabilir miydi acaba.

‘’ tamam Naim.’’

Dedi baba Zeki. İçindeki mani olunamaz şefkat duygusuyla.

‘’ Tamam, çözeriz.’’

Sanki dünyaları bağışlamıştı karşısında oturan zavallı faniye. Sevinci, gözlerinden dışarıya fışkırıyordu Naim’in. Bu sahneye bakıp hangi tanrı mutlu olmazdı ki? ‘ Ah bir bilse’ diye düşündü Zeus. ‘ aslında nasıl büyük bir hata yapmak üzere olduğunu bir bilse’. Girdiği ticaretin bütün ailesinin mahvına sebep olacağını, atadan dededen kalma evinin bile elinden gideceğini. Sonra karısının çocukları da alıp onu terk edeceğini bilemezdi Naim. İşte tam da bu yüzden at yarışı gibiydi hayat. Bilinmezlik güzel ve heyecanlı kılıyordu at yarışını da, hayatı da.

Naim, ganyan bayiinin kapısından yıldırım gibi çıkarken, içeri girmek üzere olan Hermes’e öyle bir omuz attı ki binlerce yıldır yaptığı onca yolculukta başına bir ton iş gelen haberci tanrı neredeyse yere kapaklanıyordu. Hermes kan ter içinde Zeus’un karşısındaki Naim’den boşalan sandalyeye bırakıverdi kendini.

‘’ Baba vermişin ayarı yine garibana…’’

Diye gülümsedi Hermes, Naim’in çıktığı kapıya doğru bakarak. Önündeki altılı bülteninden başını kaldırmadan konuştu Zeus.

‘’ Benim bir şey vermeme gerek yok. Onlar gaza gelmeye hazır zaten. Sen onu boş ver, ne dedi?’’

‘’ Ne diyecek… Aynı. Bir ton küfür etti sana.’’

‘’ İyi o zaman. Demek ki keyfi yerinde. Ağzından bi kere alamadık ki işe yarar bir tüyo.’’

Dedi gülümseyerek Zeus. Hermes, biraz endişeli bir tonda,

‘’ Aslında…’’

Zeus, Hermes’in sesindeki endişeyi fark edince kafasını bültenden kaldırıp gözlerinin içine baktı Hermes’in.

‘’ Aslında ne?’’

Üzerine vazife olmayan işlere pek karışmazdı Hermes. Ama bu sefer canı sıkılmıştı duruma. Poseidon’un geçimsiz ve huysuz bir adam olduğunu herkesten iyi Hermes bilirdi. Denizlerin efendisi, yeri sallayan Poseidon’un üzgün olması ise alışılmadık bir durumdu.

‘’ Biraz üzgündü sanki…’’

Dedi çekinerek haberci. Zeus’un sol kaşı hafifçe yukarı kalktı.

‘’ Bizim koca reis?’’

Dedi. Diğerlerinin sezgileri üç kardeşinki kadar güçlü değildi. Üç büyüklerin arasında sanki görünmeyen bir bağ vardı. Üçkardeş Zeus, Poseidon, Hades. İyi ya da kötü olacakları diğerlerinden önce hissedip tahmin edebiliyorlardı. Son günlerde kendisinde ki huzursuzluğu ve sıkıntıyı, havaların aşırı sıcak gitmesine bağlamıştı Zeus. Poseidon da ki bu beklenmedik durumsa bütün olası senaryoları tekrar gözden geçirmesini gerektiriyordu. ‘ Dur bakalım çıkar kokusu’ diye geçirdi içinden.

Zeus’un kalkan kaşı, Hermes’e çok şey anlatıyordu. En azından endişesinin boş olmadığını anlamış olan haberci, konunun üzerine gitmenin ortamı daha fazla gereceğini bildiğinden konuyu değiştirme girişiminde bulundu.

‘’ Sen bir tek çıkardın mı bari?’’

Baba tanrının kafası mevzu ya fena takılmıştı, Hermes’i duymadı bile. Aklına gelen şeylerin başına gelmesinden korkuyordu Zeus. Tıpkı insanlar gibi onunda korkuları vardı. Ortamdaki hissedilir enerji dengesizliğinin tek sebebi, üç büyüklerden birinin zihnindeki negatif planlar olabilirdi ki bunu yapabilecek tanrılar listesi tek tanrıyla sınırlıydı. Olimpos tayfası toplam on iki, Zeus’u düş kaldı on bir, on tanesi zaten gözünün önündeydi.

Zeus’un dalgın dalgın az sonra yarışı yayınlayacak olan televizyona baktığını ve onu duymadığını gören Hermes,

‘’ Tek diyorum. Çıkardın mı?’’

Diye tekrar edince, Hermes’i fark etti kalkanlı tanrı Zeus.

‘’Aslında var bir tekim…’’

-----*-----

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder