27 Ağustos 2010 Cuma

Hera onlara güzellik ve akıl vermişti


Tekmil kadınlara verdiğinden daha çok…

Homeros

Ocak üstünde çan çekişir gibi sesler çıkaran çaydanlığın, ağzından dışarı firar eden su buharı, fazla uzaklaşamadan havaya karışıp gözden kayboluyordu. Şadiye hanımın evinde toplanmış kadınlar, bu sahneye şahit olamıyorlardı çünkü hepsi ‘’Hayriye’’ adını kullanan Hera’nın etrafında toplanmış, onun hoş sohbetinden faydalanmaya çalışıyorlardı. Çay suyunun artık kaynamış olabileceğini, yılların deneyimi ve doğuştan gelen ev kadını hisleri sayesinde fark eden Şadiye hanım, salonda çene çalan kadınların arasında şöyle bir göz gezdirdikten sonra, ağzı açık laf dinleyen Aysel hanımın kızı Zeynep i gözüne kestirdi.

‘’Kalk bakiiim kız. Laf dinleme ayran ağızlı seni! Su kaynamıştır, koy bakalım çayı..’’

Genç kız kendine buyrulan görevden memnun olmamıştı tabi. Ama Şadiye hanım’ın öyle bir aurası vardı ki. Sadece, daha on beş inde olan bu kızcağız değil kırk beş-elli yaşında kadınları sustalı maymun gibi ayağa diki verirdi tek bir lafıyla yâda bakışıyla.

Genç kız, önce açık ağzını kapattı. Sonra istemeye istemeye yerinden kalktı. Mutfak tarafına doğru yollanmadan hemen önce Hayriye ( Hera) ile göz göze geldiler. Kızın yüzündeki, mecburen devinim mutsuzluğunu gören tanrıça,

‘’Hadi bakalım kızım, o güzel ellerinden bi çay içelim. Ben de bi soluklanayım. Bekliyorum sen gelince devam edicem’’

Dedi ve göz kırptı. Genç kızın yüzü birden aydınlandı. Az önce Şadiye hanımın buyruğuyla silinen, gülücükle karışık salak ifadesi bir anda geri döndü ince dudakları ve kanca burnuyla süslü suratına.

Hera, etrafında toplanmış ağzının içine bakan kadınlara çaktırmadan bir bakış attı. Binlerce yıldır aynı şeyi hatırlatırdı bu sahne tanrıçaya. Kümeste kuluçkaya yatmış tavuklar… Ne kümesin içinde ne olduğu umurlarındadır, ne de dışarıda olup bitenler. Ve gerçekten çıkardıkları sesler gıdaklamaya benzer. Hera kahkahasına mani olamadı. Kadın toplantılarında manasız kahkahalar alışıldık bir durum olduğundan kimse yadırgamadı bu durumu. Hatta birkaç kadın arkasından kahkaha atarak bu manasız duruma eşlik bile etti. Bu arada genç kız neredeyse ışık hızıyla mutfağa gidip çayı demlemişti bile.

Bu, tımarhaneyi aratmayan ortama katılmakta her zaman zorlanan tek kişi, Poseidon la yaşadığı gönül macerasından dolayı Hera’nın eltisi olan Medussaydı. Aslında, insanların arasında yaşamak zorunda kalan bu ölümsüz ucube takımının en kısmetsizi o sayılabilirdi. Diğerlerinin hiç birinde durumlarını açık edecek fiziksel bir arıza yokken, Medusa saç yerine kafasından fışkıran yılanları ve taşa çeviren ölümcül gözlerini her daim saklamak zorundaydı. Bu toplantıların neredeyse hepsinde, diğer kadınlar ortamda bir erkek olmamasına rağmen neden başörtüsünü çıkarmadığını sorar, o da açıklama yapmak zorunda kalırdı. Çoğu zaman, eltisi ve ahretliği Hera durumu toparlar, diğer kadınlara kaş göz eder konuyu kapatmalarını sağlardı. Kadınların arasındaki inanış, Medusa’nın ciddi bir saçkırandan dolayı saçlarını kaybettiği ve bu durumdan dolayı çok utandığı yönündeydi. Allahtan sürekli taktığı kolormatik camlı gözlüğü o kadar yadırganmazdı. Yaklaşık yarım saattir o kolormatik camların ardındaki ölümcül gözleri, pencerenin önündeki saksıda, sıcak esen rüzgârın ritmine uyan fesleğene takılı kalmış ve kim bilir hangi düşünceler geçmişti yılanlarla süslü kafasından. Hera’nın kahkahası, adeta sıkışıp kaldığı gerçek dünyaya döndürdü Medusayı. Ve bundan hiç memnun olmadı. Yalandan gülümsedi. Reflex haline gelmişti bu, hayal dünyasından her uyandırılışında yalandan gülümsemeye o kadar alışmıştı ki. Ve gerçekten gülmeyeli binlerce sene olmuştu.

‘’ Mediha hanım. Yine daldın gittin kim bilir nerelere…’’

Diye seslendi oturduğu yerden Şadiye Hanım. Bu ailenin karışık durumları, eskiden beri kafasını kurcalıyordu zaten. Orta yaşlı olduklarını söyleyen, fakat yinede taş gibi duran bu iki kadın, içten içe bütün mahalle karılarının sinirini bozuyordu. Ama bir yandan da hepsi haline şükrediyorlardı. Öyle ya, Mediha’da Hayriye’de bu güzel fiziklerine rağmen kocaları tarafından kapıya konmuş bahtsız kadınlardı mahallenin tüm kadınlarına göre. ‘’Demek ki güzellik bir yere kadar’’ diye böbürlenerek iç geçirdi Şadiye hanım. ‘’biraz da kadınlık lazım’’. Kendisi, üç çocuk doğurmuş ve ikinciden sonra bir fıçıyı andıran görüntüsüyle arzı endam etse de, kocasının gözdesiydi hala. Ya da o öyle sanıyordu. Kocasının asıl gözdesinin Milas pavyonuna yeni gelen Rus konsomatrislerden biri olduğunu bilse yıkılırdı herhalde.

Mediha ( Medusa), yavaşça Hayriye ( Hera) nin kulağına doğru eğilip

‘’ Abla kalkalım mı artık ‘’

Dedi. Adeta yalvarır bir tonda. Hera, Medusa’nın sıkıntısını ve başörtüsü nün altında belli belirsiz kımıldanmaya başlayan yılan saçlarının hareketini fark etmişti. Medusa’nın bacağına dostça ve şefkatle dokundu çaktırmadan. ‘’Merak etme’’ gibisinden baktı gözlerine. Hera, artık bir işe yaramasa da evliliğin ve kadın erkek ilişkisinin tanrıçası, hatta aralarında en kadın olan tanrıçaydı. Bütün erkekler kadın dendiği zaman Aphrodite’yi hayal ederlerdi ama sebebi onun erkeklerin istediği kadını temsil etmesi olmuştu hep. Bir zamanlar dünyadaki bütün kadınları idare etmişti Hera. Şimdi, şu bir avuç kadının karşısında geri vites yapmak ondan beklenecek bir hareket olamazdı.

Bu her şeye rağmen şen şakrak ev kadınları, evlilik için yanıp tutuşan genç kızlar, kocalarından dertli ve neye mal olursa olsun onları eve bağlamak için kıçlarını yırtan talihsizler. Onları onlardan daha iyi tanırdı Hera. İnatla tek bir adam için, o adamın aşkı için didinip durmanın ne demek olduğunu ondan daha iyi hangi fani kadın bilebilirdi.

‘’ Bakın hanımlar…’’

Dedi Hayriye (Hera) hanım. Ve Şadiye hanımın salonunu işkâl eden kadın sürüsü derin bir hayranlık ve merakla sessizce ağzının içine bakmaya başladı. Yaşlısı, orta yaşlısı, genci hepsi dudaklarından dökülecek tek harfi kaçırmamak için dikkat kesildi. Çünkü hepsi bilirdi Hyriye Hanım lafa böyle başladı mı, o sohbet tadından yenmezdi.

‘’Erkekler…’’

Dedi ne dediğini gayet iyi bilen bir edayla

‘’ Biz kadınların konforu ve rahatını sağlamak için yaratılmış varlıklardır.’’

Özellikle daha genç olanlardan usul bir kıkırdama duyuldu. Hayriye ciddi gözlerle süzdü bu kıkırdayan yeni yetmeleri. Hemen toparlandılar.

‘’Yoo… Hiç gülmeyin öğreneceksiniz zamanla. Hatta öğrenmezseniz yandınız demektir. Ve aslında işin en keyifli tarafı nedir biliyor musunuz kızlar? Onlar bunun farkında bile değildir.’’

Hera, lafını bitirince salondaki dişileri ciddi bakışlarıyla bir kere daha süzdü. Sonra bakışları yumuşadı ve öyle bir kahkaha koyuverdi ki sanki bütün kum bahçe mahallesi çınladı. Bu azametli kahkaha genci yaşlısı diğer kadınları da ateşledi ve neredeyse histerik bir ayin sahnesi gibi bütün salona yayıldı.

Bu, anlık yoğun östrojen ifrazatından kaynaklı orgazmsal kriz sona erdiğinde, Şadiye hanım gözlerinden akan yaşları silmeye ve gülmesine mani olmaya çalışarak.

‘’ Ay… Sen çok yaşa e mi Hayriye Hanım. Hiç güleceğim yoktu yani. Güya onlar bizim konforumuz için yaratılmış ama donlarını biz yıkıyoruz.’’

Şadiye hanımdan gaz alan ve yaptığı doğumlardan canı çıkmış yedi çocuklu diğer bir kadın atlıyı verdi muhabbete.

‘’ Çocuklarını biz doğuruyoruz.’’

Hayriye Hanım, ellerini kaldırdı ve ‘’sakin olun’’ der gibi bir bakışla kadın kısmını sakinleştirdi.

‘’ İşte en güzel tarafı da bu zaten. Dünyaya neden geldiklerinin bile farkında değiller. Erkekler… Ne tatlı ne zavallı yaratıklardır. Evinde bir erkek olan kadın kedi beslemez mesela. Çünkü ihtiyaç yoktur.’’

Kadınlar gülmelerini tutamadılar yine.

‘’ Sakın ha bu sözümden ‘’madem kedi erkeğin yerini dolduruyor o zaman kedi besleyelim erkekleri gönderelim’’ diye bir mana çıkarmasın kimse. Hangi kedi sizin, çocuklarınızın karnı doysun diye bütün gün çalışıp didinir. Başınızı sokacak bir eviniz olsun diye kendini paralar? Hiçbir kedi…’’

Mahallenin en güzel ve alımlı kızı Nurten dikkat kesilmiş, adeta Hayriye’nin yörüngesine girmiş gibi dinliyordu bütün söylediklerini. Hera da zaten bu sözlerin hepsini biraz da ona duyurmak için söylemişti. Hayriye hanıma göre Nurten’in gelinlik çağı gelmişti. Aslında, Nurten’in uzatmalı nişanlısı Murat’ın babası hakkın rahmetine kavuşmasaydı çoktan düğün işini bile neredeyse kendi eliyle halledecekti Hera. Ancak herkes, cenazenin üzerinden bir az vakit geçmesi konusunda hem fikirdi. ‘’ Eski güzel günler…’’ Diye içinden geçirdi Hera. Eski zamanlarda, insanların bu tarz durumlara bakışı farklıydı. Bir kadının ya da bir erkeğin babası ölünce, biriyle evlendirilmesi konusuna daha bir hız kazandırılır, bu konu bir an önce halledilmesi gereken bir sorun olarak görülürdü. Çoğu kez cenazeler ve düğünler birlikte organize edilmeliydi. İnsanlar sanki ölüme inat yapar gibi, yeni filizlenecek bir hayatın temellerini bir an önce atmak için acele ederlerdi. Bu Hades’in pek umurunda olmazdı ama insanlar kendilerini çok daha iyi hissederdi.

Hera’nın kedi hikâyesi, salondaki bütün kadınların ve kızların ve dulların yani kısaca bütün dişilerin çok hoşuna gitmişti. Salondaki hareketlilik Medusayı iyiden tedirgin olmasına sebep olmuştu. Elinin titremesini engellemeye çalışarak, sehpada duran çay bardağına ulaşmak için büyük bir çaba harcadı. Parmaklarıyla bardağı kavradı. Kolormatik camların arkasına gizlediği gözleriyle etrafını bir kolaçan etti. Salondaki dişilerin bu sinir bozukluğunu fark edip etmediklerini merak ediyordu. Kimsenin onla ilgilenmediğinden emin olmak biraz olsun rahatlamasına sebep oldu. Bardağı yavaşça altındaki tabaktan ayırdı, dudaklarına doğru yaklaştırmaya başladı. Elindeki titreme o kadar şiddetliydi ki çayı dökmemek için büyük çaba harcıyordu. Tam bardakla dudakları buluşmak üzereydi ki… işte o an olan oldu. Şadiye hanımın gıcık ve her zamanki gibi o sorgulayıcı tonuyla sinir bozan sesi duyuldu. Salondaki sesi bastırmak istercesine yüksek perdeden Medusa’nın kulaklarına adeta tecavüz etmişti Şadiye’nin sesi.

‘’ Mediha hanım, sen ne dersin bu işe…’’

Daha Şadiye’nin sözü sonlanmadan, Mediha yerinden öyle bir sıçrayış sıçradı ki. Görülmeye değerdi doğrusu. Dudaklarıyla buluşturamadığı bardağın içindeki çay olduğu gibi göğsünden aşağı süzülürken, Medusa’nın topuklarından beynine doğru yüksek ısıda cıva yürümeye başladı sanki. Bir an gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı. Elinde sıkıca tuttuğu bardak çatırdayarak yüzlerce parçaya ayrıldı. Zaman, salonun içindeki sessizlikle beraber havada asılı kaldı bir an. Medusa, sihirli bir dokunuşla canlanıp ayağa kalkan bir dağ gibi yavaşça doğruldu oturduğu yerde. Kendi nefes alışından başka hiçbir şey duymuyordu. Parmakları yavaşça baş örtüsünün düğümünü kavradı. Sert bir hareketle başörtüsünü fırlatıp attı. Başını süsleyen kadim dostları engerekler, özgürlüğe koşan başörtüsü mahkumları, dört bir yana fırlayan oklar gibi yetişe bildikleri en uzak noktaya kadar ileri atıldılar. Daha o saniye dişlerinden saçılan zehirler en yakındaki birkaç kadında kezzap etkisi yapmıştı bile. Bütün salon bir panik dalgasıyla çalkalanıyordu. Gördükleri bu doğa üstü tablo karşısında kadınlar çığlık çığlığa, bir birlerinin üzerine basarak umutsuzca kaçışmaya çalışıyorlardı. Medusa, bu kez parmaklarıyla gözlüğünü kavradı yavaşça. Çok yavaş ve yıllardır intikam duygusuyla beklediği o anın hazzını çıkartarak, ölümcül gözlerle fanilerin arasındaki tek engeli ortadan kaldırdı. Artık son bir hareket kalmıştı yapması gereken. Ateş saçan gözlerini açmak ve bin yıllar sonra ilk kez gerçekten dünyaya şöyle bir bakmak.

Hera’nın narin ve bir o kadar şefkatli parmakları, Medusa’nın bileğini kavradı. Sonra derinden Nurten’in sesini duydu Medusa.

‘’ Allah, yandı kadın cağız. Abla iyi misin?’’

İşte tekrar gerçeğin soğuk ve tatsız kokusu gelmişti Medusa’nın burnuna. Elindeki bardağı sehpanın üzerine koyarken,

‘’ İyiyim iyi… Yok, bir şey tamam.’’

Diye bildi sadece. Az önce düşündüklerini yapamamıştı tabii ki. Ama keşke yapa bilseydi.

‘’ Ben bir banyoya kadar gideyim. İyiyim iyiyim yok bişey.’’

Yerinden kalkıp banyoya doğru giderken bir an durdu, Hera’nın gözlerine baktı yalvaran bir ifadeyle.

‘’ Abla… kalkalım mı artık…?’’

-----*-----

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder