1 Ağustos 2010 Pazar

Garson Rıza, anlamazdı antik tanrıçalardan, onların gül goncasını andıran dudaklarından falan ama... Anlardı karıdan. Mani olamadı ölümlü azından dışarı tıslayan düşünce ifrazatına, mojito ya doğru giderken.


'' Güzel karı be... Bu insansa ben hayvanım aga.''

Deyiverdi fanilere özgü bir salaklıkla. Cümlenin yarısına kadar, bu düşünce ifrazatının zavallı dudaklarından dışarı döküldüğünü fark edemedi bile.Allahtan kendince iltifat ettiği kişinin onun bu öküzlüğünü fark edebileceğini hesap edecek kadar zeki(!) bir garsondu Rıza. Belki de bu sebepten, cümlenin yarısından sonra seğirtmesi koşmaya dönüştü. Adeta, bara ışınladı kendini iltifat şinas garson Rıza. Tabii ki, Rıza'nın sözlerini duymuştu Aphrodite. Sesini ayarlayamamıştı öküz Rıza. Tanrıçalar öyle her fani dangalaklığa karşılık vermezlerdi.

Gözleri karşıdaki İstanköy adasını yavaşça okşadı, insanların sayıca daha az olduğu o güzel günleri düşündü iç geçirerek. Sayıca daha az ama daha cesur, daha romantik, daha yiğit oldukları o eski güzel günleri. İçten içe onlara özendiği zamanlar bile olmuştu güzelliğin sembolü olan bu kusursuz tanrıçanın. Ama hiç belli etmemişti. Birkaç çobanla fingirdemişti, birkaç zavallıyı kendine âşık edip delirtmişti, yaşanan kimi magazinsel mevzular, önce ayyuka sonra büyük patronun ofis gibi kullandığı Olimpos'a kadar çıkmıştı mani olunamaz bir şekilde. Ama bu işlerin ceremesini hep zavallı insanlar çekmişti, severek isteyerek hatta neredeyse gönüllü katlanmışlardı bir tanrıçaya dokunmanın ebedi cezalarına. İçten içe bilirdi insanlar, raconun böyle olduğunu; Tanrıların günahlarını kullar öder. Çünkü tanrılar, günahlarına mutlaka ölümlüleri ortak eder.

Bar'a ulaşmış, içkinin hazırlanmasını beklerken, barmen Hüseyin İle hala kendi hakkında geyik çeviren Rızayı şöyle bir alıcı gözüyle süzdü Aphrodite. Nerede eskinin o mermer heykelleri andıran atletik görünümlü çobanları, nerede Rıza. Kıllı cılız kolları ve bacakları, esmer ötesi bir ten, daracık omuzlar, küçük kafasında sonradan eklenmiş gibi duran iki adet gözle Rıza, insandan çok bir satyr'i andırıyordu. Aslında Rıza, şehvet ve cinsel açlık açısından bir satyr den geri kalmazdı. Aphrodite, Rıza'nın küçük kafasında iki adet minik boynuz, kuyruk sokumunda da durmadan titreyen bir keçi kuyruğu hayal etti ve bu hayal hınzırca gülümsemesine neden oldu. Eski zamanlar olsa, hiç beklemez Rızaya bu güzelliği yapardı. Ama ne yazık ki eski zamanlara ait bu gibi büyülerin yapılması, komisyon kararıyla epeydir yasaklanmıştı.

Ne başına gelebileceklerden, nede bunları önleyen komisyon kararından haberi olmayan Rıza, barmen Hüseyin'le, Aphrodite ablanın Banu Alkan'dan daha güzel olduğu ancak neden kendine ısrarla Aphrodite denmesinde ısrar ettiğini bir türlü anlamadığı konusunda gereğinden salakça bir geyik döndürmekteydi. Rıza'dan daha entelektüel olduğunu söyleyebileceğimiz Hüseyin bile zorlanmaktaydı bu ızdıraba meyilli muhabbet karşısında.

''Olum, mal mısın sen? Ne alakası var Aphrodite İle Banu Alkan'ın?''

Dedi Hüseyin.

''Ne demek 'ne alakası var?' abicim. Kadının filmi var Aphrodite diye. Sen 'ne alakası var?' diyosun''

Diyerek yanıtladı engin sinema bilgisiyle Rıza.

''Olum ondan öncesi var. Aphrodite, binlerce yıl önce yaşamış(!) bir tanrıça tamam mı’’?

Deyince Hüseyin, iyiden salaklaştı Rıza.

''Tanrıça mı?''

''Tanrıça tabi. Yani kadın tanrı...''

''Töbe estağfurullah töbe töbe... abi çarpılacaz sayende öğlen vakti. Güneş bizim beynimize geçiyo sen burda mallaşıyosun. Kadında tanrı mı olurmuş yaa...''

dedi Rıza mojitoyu servis tepsisine koyarken en dindar haliyle.

Güzel tanrıça'nın bu dialoğu ne kadar eğlenceli bulduğunu fark edememişti ikisi de. Onlar göre, şezlong ta yatan kadın kendi kendine kikirdemişti o kadar. Tam bu sırada Aphrodite'in I pohone u, Apollon'dan rica edip kaydettiği lir sesiyle bir mesaj aldığına dair haber verdi. Yukarıdan bir mesaj geldiğinde ya da, yukarıdan birileri aradığında böyle çalması için ayarlanmıştı telefon ve bu sık sık olan bir hadise değildi. Rıza da duymuştu Apollon'un melodisini. Hüseyin'e döndü alay ederek;

''Vahiy geldi senin kadın tanrıya''

Dedi yavşakça sırıtarak ve şezlonga yöneldi eli tepsili fani garson.

Aphrodite, şeffaf büyük plaj çantasından telefonu aldı merakla. Ekranda mesajı olduğunu gösteren İngilizce uyarıya baktı,içinden hayırdır diye geçirdi.Mesajı okumak için komut verdi tuşla. Gizi numara. ''Bu teknoloji büyük kolaylık'' diye düşündü. Eskiden olsaydı Hermes gelirdi soluk soluğa, Zeus'un habercisi sıfatıyla, şiirsel bir şeyler söylerdi çoğunlukla anlaşılmaz, sonra hadi bakalım ver elini Olimpos mecburen. Tam okumak üzere mesajı açacakken Rıza'nın gıcık sesi ile irkildi Aphrodite.

''Abl...''

Mani olamadı sağ elinin yukarı kalkmasına ve içinden sus düşüncesinin geçmesine. Rıza anlamadı ne olduğunu ama bir terslik vardı. İstese de sesi çıkamıyordu. Gırtlağında bir sorun vardı sanki. Boş olan elini boğazına götürdü, yutkundu, denedi yok beceremedi ses çıkarmayı. Aphrodite, ilgilenmedi bile arkasında neredeyse kendiyle boğuşan, gözleri fal taşı gibi açılmış garsonla. Telefon'un ekranına kilitlendi. Mesaj açılınca gördüğü şey çok anlamlıydı. Sadece, rakkamla bir yazmaktaydı ekranda. Bu konseyin aldığı karara göre acil durum prosedürünün ilk adımıydı. Çok önemli bir konu olduğunu hemen anladı. Bakışlarını telefondan kaldırdı, endişelenmişti fakat belli etmemeye çalıştı. Arkasında debelenen Rızayı hatırladı birden. Tekrar kaldırdı elini bu kez nazikçe saçına götürdü belli etmemek için. Rıza çözüldü, dile geldi tekrar. Haykırdı aniden içinden bir şey çıkarır gibi.

''...la mojitonuz hazır.!!''

Kendi ve bütün Cafe Delmar sahili sıçradı adeta. Nazikçe gönlünü almaya çalışan Aphrodite'in sesi herkesi sakinleştirdi.

''Canım beklettim kusura bakma. Önemli bi konu vardı da''

Diye toparladı Aphrodite, telefonu göstererek. Rıza, az önceki olayın şaşkınlığı ve yeniden sesini duymanın mutluluğuyla karışık cevap vermeye çalıştı.

''Yok, abla ne demek... Vazifemiz...''

bardağı sehpaya alel acele bıraktı, koşar adım uzaklaştı bara doğru.

Güzel tanrıça'nın biran önce toparlanıp en yakınındaki toplanma noktasına, ki bu toplanma noktası eğer varsa yakınlardaki bir Zeus tapınağı olurdu,eğer yakınlarda bir tapınak yoksa en yakındaki antik harabenin olduğu yer gitmesi gerekmekteydi. Havlusunu şezlongdan kaldırdı, az önce Hüseyin yüzünden çarpılma tehlikesi geçirdiğine inancı tam, barmeni dövme planları yapan Rıza dan, hesap istediğini belirten bir el hareketi yaptı. Aphrodite'in haala parmaklarının arasında tuttuğu telefon, önce yavaşça soğudu, sonra mavi bir alev çıkararak buharlaştı.

-----*-----

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder