8 Ağustos 2010 Pazar

Böyle dedi, yığdı bulutları üst üste


Bir anda allak bullak etti denizi,

Üçlü yabasını tutuyordu elinde,

Salıverdi çeşitli yellerin kasırgasını tekmil,

Toprağı, denizi kapladı bulutlarla,

Karanlık boşandı göklerden,

Euros'la Notos ve uluyan Zephyros,

Ve koca dalgalarla açık gökten kopan Boreas

Estiler dört bir yandan boğuşa boğuşa.



Homeros



Bu mevsimde hep böyle çarşaf gibi olurdu Torba limanı, sabahın bu saatlerinde. Torba koyunda evi olan, aslında pekte sakin olmayan Torba sakinleri, daha sezon tam açılmadan ufak ufak işgale başlarlardı. Balıkçı barınağının harbiden sakinleri için sıkıntılı zamanların habercisiydi bu yavaştan hareketlenme durumu. Bütün kış, öküz gibi yan gelip yatan tatilci tayfası, nedense sanki adetmiş gibi her sabah (sabah dediğime bakmayın aslında kimileri için günün yarısı)'' hadi limana kadar bir sabah yürüyüşü yapalım'' olayına girişir, bu yetmezmiş gibi ''ben buradaki herkesi tanırım,her sabah balıkçılarla sohbet ederim'' triplerine kafadan dalarlardı. E bu durum da Torba'nın gerçek sakinlerinde belirgin bir sıkıntıya sebep oluyordu haliyle. Ama nazik insanlardı Torba'nın gerçek sakinleri. Her gün ful eşofman ve kulaklıklı müzik dinleme ekipmanlarını kuşanıp, limanı ziyarete gelen bu şehirli züppe tayfasına, en az onlar kadar sahtekârca sabah sohbetlerini sunardı Torba'nın gerçek sakinleri. ''Dayı'' hariç...

Ters adamdı bu ''Dayı''. Öyle yalandan '' günaydııın... Rast gelsin.'' lere pek pabuç bırakmazdı. Iyi günündeyse eğer, hafiften başıyla bir selam verip savuştururdu. Iyi gününde değilse, oralı bile olmazdı. Nereli olduğunu da kimse bilmezdi zaten ''dayı'' nın. Yüzündeki heybetli bembeyaz sakalı, kıvırcık uzunca saçları, yaşına rağmen (ki aslında yaşını da kimse bilmezdi) babayiğit dimdik yürüyüşü ve fiziğiyle ,kendine has karizmatik bir duruşu vardı '' dayı '' nın. Yüzündeki hüzün, birkaç bin yıldır tanrılık yapamayan, elini eteğini çekmiş eski bir tanrı oluşundandı. Ama kimse bilmezdi '' dayı'' nın Poseidon olduğunu aslında.

Bacaklarının arasındaki ağ yığınına şöyle bir baktı alçak taburesinde oturan Poseidon Dayı. Ağzındaki ateşi filtreye gelip çatmış sigaranın ucuna yenisini ekledi. ''Bu gün bi terslik var'' diye düşündü. Evet, bu gün bi terslik vardı ama ne olduğu konusunda en ufak bir fikri yoktu. Tam bu sırada, mendireğe doğru yaldır yaldır sabah yürüyüşü yapan, memeleri kendilerinden bağımsız hareket halinde iki bayanın yaklaşmakta olduğunu gördü. Hemen çok meşgulmüş gibi davranması gerektiğini bilecek kadar antrenmanlıydı kendine balıkçı süsü vermiş tanrı. Ama kadınlar da sabah yürüyüşü sohbeti eziyeti konusunda uzmandı.

'' Merhabalar. Kolay gelsin.''

Diye gelişine konuya girdi, memeleri daha büyük olan. Bu tufaya gelmemekte kararlıydı Poseidon Dayı. Gözlerini didiklediği ağ dan ayırmadan, başını hafifçe sallayarak kendince karşılık verdi. Hatun kişi bu hareketten asla tatmin olmamıştı. Ve kanırtmaya kararlıydı.

'' Deniz bu sabah çok güzel.''

Dedi, muhabbet sever koca memeli hanım. Poseidon Dayı, önce bi ya sabır çekip bulaşmamayı düşündü, sonra birden gıcık oldu bu duruma ve bulaşmaya karar verdi. Öyle ya bulaşma bulaşma nereye kadar. Yavaşça başını kaldırdı, karşısında vakti gelmiş kısrak gibi devinip duran kadınlara baktı küçümseyerek.

''Deniz bu sabah güzel değil. Aslında deniz epeydir bom bok. Siz bilmem ne marka fayans döşeli helâlarınızda her sifonu çektiğinizde daha da bom bok oluyo. Pandora denen kaltak dayanamayıp kutuyu açtığından beri iyi giden bişey yok sizin dünyanızda ama sizin pek sikinizde değil.''

Bu kısa ve özlü fırçanın bitmesiyle, kadınların ikisi birden sanki kararlaştırılmış bir hareketmiş gibi anında tornistan edip geldikleri yöne doğru ve sanki daha hızlı adımlarla uzaklaşmaya başladılar. Dönüp giderken yalandan bir gülümsemeyle

''peki, o zaman size kolay gelsin''

Demeyi ihmal etmeden tabiî ki. Daha birkaç metre uzaklaşmadan, iki kadın da bu yaşlı adamın fazlasıyla agresif ve ahlaksız olduğu konusunda fikir birliğine varmışlardı.

Az da olsa bir rahatlama hissetmişti Poseidon Dayı. Elinde kurcaladığı ağa baktı,''napıyorum lan ben'' diye geçirdi içinden. Bıraktı ağı olduğu yerde, kalktı. Kayığa doğru yürüdü iki adım. Kayıktan şarabı aldı, dikledi bir gayret. Yarılandı şişe. Yok yok bugün bir terslik vardı. Ortada ciddi bir yanlış vardı. Çok kolay koy vermişlerdi bu dünyanın yularını. Çok çabuk pes etmişlerdi hep beraber. Kaderlerini kendi ellerine bırakırsan, hem kendi kaderlerinin hem bu güzelim dünyanın içine böyle sıçardı işte bu insan denen mahlûkat.

Torba dolmuşu, her zamanki gibi insanı sinir eden ağar aksak haliyle uzun rotasın tamamlayıp, limanın girişindeki barakanın önünde durdu. Tanrısal hareketler yasaklandığından beri, insanlar gibi seyahat etmek zorunda kalan Hermes, açılan otomatik kapıdan kan ter içinde indi. Hareketsiz geçen bin yıllar tanrıların habercisinde bariz bir hamlığa sebep olmuştu. Hafiften göbek yapmış haberci tanrı, olduğu yerden etrafa bir göz gezdirince, elinde yarılanmış şişesiyle kayığın yanında dikilen Poseidon'u gördü. Eski günlerden kalma bir sıcaklık hissetti. Poseidon'u severdi Hermes. Cep telefonu kullanmazdı denizlerin tanrısı. Ve her zaman ikram edecek şarabı olurdu kayığında. Eskiden olduğu gibi altından değildi elbiseleri. Kıçında rengi solmuş bir şort, üzerinde lekeli bir atletle idare ediyordu. Bronz toynaklı, altın yeleli atların çektiği savaş arabasıyla köpürtmüyordu denizleri belki ama, bu kıçı kırık kayık da iş görüyordu işte eni konu. '' zaten tanrılık öyle şekille şombalakla olmaz'' diye düşündü Hermes. Ezelden beri gıcık olurdu zaten böyle gösterişli durumlara. Görev adamıydı o, iş bitiriciydi.

Bunları düşünerek Poseidon 'a doğru yürürken, halen elinde şişeyle heykel gibi dikilen ''dayı'' nın, yüzündeki buruşuk ifadeyi fark etti kurnaz haberci.

'' Ne o, babalanmışsın yine.''

diye seslendi yanına yaklaşırken.

''gel gel, bi sen eksiktin. Sen de geldin takım tamamlandı. Tekavüt tanrılar takımı, işe yaramaz ıskartalar karması. Ne dersen de artık.''

dedi, canı fazlasıyla sıkkın olan Poseidon.

-----*-----

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder